AfyonManşetSiyaset

Demokrat Parti Genişletilmiş Temsilciler Meclisi toplantısı

Uysal yaptığı açılış konuşmasında;”Kıymetli Demokratlar, Genişletilmiş Temsilciler Meclisi toplantımıza hoş geldiniz. Adaletin, demokrasinin, hürriyetlerin temsilcileri, kalkınmanın, refahın, huzurun temsilcileri, gelişen ve büyüyen Türkiye’nin öncüleri, hoş geldiniz. İsmi ile müsemma; bu hareketin temsil ettiği yüce değerlerin temsilcileri, Türkiye için, demokrasi için, milletimiz için meşveret etmeye, tarihi bir sorumluluğa ortak olmaya hoş geldiniz. 1940’ların karanlığında yakılan bir itiraz kıvılcımına gönül vermiş insanlar olarak burada toplandık. Burada olmasa da, bedeni bizimle olmasa da gönlü bizimle olan büyüklerimiz, dostlarımız var ülkenin dört bir yanında. Hepsine hepiniz adına selam olsun” ifadelerine yer verdi.


“Tarihi bir ana tanıklık ediyoruz”


Tarihi bir ana tanıklık edildiğinin altını çizen Uysal,” Tarihi bir ana tanıklık ediyoruz bugün. 7 Ocak gibi, 14 Mayıs gibi bir güne tanıklık ediyoruz bugün.Tanık olurken hayal ediyoruz bugün. Milleti için hep daha iyisini hayal eden, lider bir ülkeyi, rekabet edebilir nesilleri, refah üreten sistemi hayal ettik, hayal ediyor ve kurguluyoruz. Aramızda tanıkları yok maalesef, rahmetlerle uğurladık, milletimizin minnetle uğurladığı gibi minnetlerle uğurladık ama hepimiz vakıfız. Düşünsenize, kuruluş günümüz olarak bildiğimiz, ancak kuruluşla tarif edilemeyecek, yetmeyecek mahiyette bir gün; 7 Ocak. Milletin sesini kısan, sözünü kesen, hevesini kıran, umudunu yıkan ne varsa yok ettiğimiz, demokrasi ateşini yaktığımız gün. Ya 14 Mayıs? Bakın Rahmetli Başbakanımız Adnan Menderes 2 Temmuz 1950 günü, yeni hükümetin kurulmasının ardından meclis genel kurulunda 14 Mayıs’ı nasıl izah ediyor; “14 Mayıs seçimleriyle memlekette şimdiye kadar yapılanlarla ölçülemeyecek ehemmiyette büyük bir inkılâbın en mühim merhalesi aşılmıştır.” Evet, 14 Mayıs’ta, milletimiz için büyük bir inkılabın en önemli merhalesi aşılmıştır. Tamamlamak da bu kutlu hareket gibi bizlere, burada bulunanlara, demokrasiye inananlara, hürriyetleri savunanlara, vatana aşkı ile, millete aşkı ile demokrasiye gözü gibi bakanlara miras kalmıştır. Şimdi ise bu kutlu mirası hak ettiği merhaleye ulaştırmak için çalışmak zamanıdır” şeklinde konuştu.


“1940’lı yıllar karanlık yıllardı”


1940’lı yıllara değinen Uysal,” Kıymetli Dava arkadaşlarım; 1940’lı yıllar karanlık yıllardı. Zor yıllardı. Bu topraklarda yaşayan herkes için zordu. Herkes için farklı sebeplerle olsa da, herkes için zordu. Hepsinden zoru, muhalif olmaktı. “Başka türlüsü de mümkün” demek zordu. O zorluğu göze alan bir grup kahraman insan, olağanüstü kıt imkânlarına rağmen bir itiraz kıvılcımını çaktılar. Kendileri makbul vatandaşlardı, isteseler makbul vatandaş olarak, konfor içinde hayatlarını sürdürebilirler, sefa içinde yaşayabilirlerdi. Zor olanı seçtiler. O itiraz kıvılcımı, bir anda dalga dalga yurt sathına yayıldı, bir isyan halini aldı. İtiraz eden Demokrat Parti idi, Demokrat Partiyi bayrak yapıp o bayrağın altında isyan eden ise millet. Millet neye isyan ediyordu? İki kelimeyle özetleyebiliriz:  Tek adam, tek parti zihniyetine. Sayın Erdoğan’ın diline pelesenk ettiği haliyle CHP zihniyetine” dedi.


“Neydi, nasıl bir şeydi Tek parti zihniyeti?”


O dönemin Türkiye’si bir Parti Devletiydi diyerek konuşmasına devam eden Uysal,” Mesela valiler devletin valisi gibi davranmıyor, CHP’nin il başkanı gibi davranıyordu. Kaymakamlar CHP’nin ilçe başkanları gibi… O dönemin Türkiye’si bir Parti Devleti idi yani. Parti, devletti. Mesela muhalefet edenler, söyledikleri suç unsuru taşısın, taşımasın, takibata uğruyor, gözaltına alınıyor, tutuklanıyordu. Devletin kanunları vardı. Ama devlet kendisini, kendi kanunlarıyla bağlı hmiyordu. Partinin tercihleri cari hukuktu. Partinin hoşuna gitmeyenler önce tutuklanıyor, sonra uygun suçlar icat ediliyordu. Kanunlar, gerektiğinde vatandaşı sindirmek, susturmak, içeri atmak için birer araçtan ibaretti. Örnekleri daha da çoğaltabiliriz. Ama lüzum olduğunu zannetmiyorum. Yine de hatırlatmadan geçmek olmaz, tek parti döneminin Ankara valisi Nevzat Tandoğan’ını hatırlarsınız. “Bu memlekete komünizm gelecekse onu da biz getiririz” diyen Tandoğan’ı… Eh, şimdi de “FETÖ desteklenecekse biz destekleriz, onunla dövüşülecekse de biz dövüşürüz” deniyor, malumunuz. “Esad’la işbirliği yapılacaksa biz yaparız, Esad’ın topraklarının şurasında Amerikalılarla, burasında Ruslarla birlikte devriye gezilecekse, biz gezeriz” deniyor.  Hülasa Tek Parti Dönemi keyfiyetti. Bugüne bakın, o günleri dahi aratır hale gelen bugüne” cümlelerine yer verdi.


 


Sevgili dostlar, değerli misafirler, Demokrat Partinin iddiası, devleti millete, milletin hasletlerine, milletin taleplerine göre biçimlendirmek idi. Tek Parti zihniyeti ise, ellerinde tuttukları devlet gücüne yaslanıp, milleti biçimlendirmeye çalışıyordu. Gördüğümüz gibi, yaşadığımız gibi, bugün, sabah akşam CHP zihniyetine karşı olduğunu söyleyen Erdoğan’ın zihniyetinin CHP zihniyetinden, AKP Türkiye’sinin 1940’ların Türkiye’sinden hiç farkı yok.


Farkı yok mu? Haksızlık etmeyelim. 1940’ların CHP’sine haksızlık etmeyelim yani. O dönemde mesela, bir miting alanında toplanmış taşıma kalabalıklara, 15 yaşındaki çocuğunu yeni kaybetmiş bir anayı yuhalatmak akla gelmezdi, gelmemişti.


Türkiye’nin görüp gördüğü en tahammülsüz Başbakandı Erdoğan, en tahammülsüz Cumhurbaşkanı oldu.


Sevgili dostlar, değerli misafirler,


Biz demokrasiyle uzun süre önce tanışmış, köklü, derin, zengin bir toplumuz. Aramızda hep ihtilaflar olacak. Hep oldu. O ihtilaflardan zenginlikler ürete ürete geldik biz bu uzun yolu.


Türkiye’de devlet idaresinde, siyasette, toplumun farklı alanlarında sayısız kusurlar var. Her ülkede, her toplumda sayısız kusurlar olduğu gibi… Bizim işimiz, siyasetin işi, o kusurları görmezden gelmek, gizlemek, görünmemesini sağlamak değil. Bizim işimiz o kusurları gidermek, düzeltmek.


Topluma güvenmektir demokrasi. Toplum her nasılsa, o haline güvenmektir. “Şurasını düzeltelim, sonra güveniriz” demek olmaz. Toplum, içinde sayısız çeşitlilik barındıran bir şeydir.


Türkiye’nin en büyük zenginliği, içinde sayısız çeşitliliği barındırıyor olmasındadır. Herkesi aynılaştırmaya çalışmak, her muhalif sesi bastırmaya kalkmak, her muhalif sesi hain, terörist diye yaftalamak, bir topluma verilebilecek en büyük zarardır. Bu toplumun düşüncelerine, tezlerine, şiddetle karşı çıktığımız kesimleri geçmişte var olmuştur, bugün vardır, yarın da var olacaktır. Biz Demokrat Parti olarak onların tercihlerini tercih etmek zorunda değiliz. Tercih de etmeyiz. Ama her bir kesim, bu toplumun parçalarıdır. Herkes diğerinin varlığına saygı duyacak. Devlet hepsinin varlığına saygı duyacak.


Bütün toplumlar, fikirler serbestçe dile getirilebildiğinde, makule yaklaşırlar. Makulü dinamitleyen serbestlik değil, yasaklamalardır. İhtilafları derinleştiren onlarla mücadele edilmemesi değil, ölçüsüzce üzerlerine gidilmesidir.


 


Adaletin, demokrasinin, hürriyetlerin temsilcisi değerli dava arkadaşlarım;


Merhum Başbakanımız şöyle diyordu;


“Hürriyet güneşinin aydınlatıp ısıtamadığı, seçimlerde vatandaş reyinin muteber olmadığı ve gelmiş geçmiş iktidarlardan hiçbirinin vatandaş reyine dayanmadığı bu memlekette endişe ve tereddüt perdesinin henüz her yerde tamamiyle yırtılmamış olduğu bir hakikattir.”


Öyle sözler, öyle tespitler var ki her bir konuşmasında. Sanki o günü tenkit ederken, bizlere bugünü haber veriyor muhterem.


Sanki diyor ki “gelişin, demokrasiyi geliştirin, aksi halde maruz kaldığınız felaketlerle bir kez daha karşılaşmanız işten bile değil”


Maruz kaldığınız tek tipçi anlayışla, maruz kaldığınız baskıyla, maruz kaldığınız anti demokratik vasatla…


Bizlere o günlerden hem bir mücadele azmi aşılıyor, hem de yöntem gösteriyor.


Bugünleri yaşayacağımızı bilir gibi.


Birilerinin devlet aygıtını kendi gücünü pekiştirmek için tekeline alacağını, kendi zihniyeti ile devleti aynileştirip, baskıcı karakterine devleti araç edeceğini görür gibi…


Oldu mu; oldu!


Darbeler için söylenir ya hani “memleketi on yıl geriye götürür” diye, AKP zihniyeti memleketi onlarca yıl, 80 yıl geriye götürdü.


Hürriyetleri aldı, haklarımızı çaldı…


Baskıcı, despotik, ceberut bir devleti düzeni inşa etti.


İşine gelmedi hürriyetler. İşine gelmedi. Zira hürriyet zuhur ederse iktidarı zarar ederdi.


Milletin sözü yükselirse kendi sözü kesilirdi.


Millet kazanırsa kendi kaybederdi.


Nitekim adalet ve kalkınmadan ne anladıklarını, neyi amaçladıklarını, hedefini bizlere belletti; adaleti bertaraf etmek, kalkınmayı engellemek!


 


Kıymetli Dostlar;


Tarih tekerrür etti, gitti “tek adam”, geldi “reis”


Ama umutvarız. Demokrasiye inanıyoruz. Milletimize güveniyoruz ve bugün burada yine bir misakı ilan ediyoruz.


Tarih tekerrür ediyor ya, tek adam geri geliyor ya, demokratlar da toplanıyor, hürriyet haykırıyor.


Demokratlar, memleketin demokrasi ile buluşmasına aracılık eden bir hürriyet misakını yeniden yazıyor.


Çoğumuzun ezberindedir partimizin 1947 kongresinde ilan edilen Hürriyet Misakı. Ne talep ediyordu hürriyet aşıkları;


“1-Vatandaş hak ve hürriyetlerini haleldar mahiyette olan ve Anayasamızın metnine veya ruhuna uymayan kanun hükümlerinin kaldırılması,


2- Vatandaşın reyinin emniyet ve masuniyetini sağlamak ve milli hakimiyet prensibini teminat altına almak maksatlarıyla seçim kanununda değişiklikler yapılması,


3- Devlet Reisliği ile fiili Parti Reisliğin bir zat uhdesinde birleşmemesi esasının kabulü”


Kıyasa lüzum var mı?


Bugün memlekette, milletimiz temel olarak başka ne istemekteler?


Hak ve hürriyetlerini yok eden, kullanılmaz hale getiren anayasal düzenin değişmesi yine bir talep değil mi?


Milletimizin “namus” bildiği oylarının muhafaza edilmesi, demokrasinin asli araçlarından biri olan sandığın güvenliğinin tesis edilmesi, sandıktan çıkan sonuca razı gelinmesi yine bir talep değil mi?


Devlet başkanlığı ile parti genel başkanlığını birleştiren bu kadük sistemin ortaya çıkardığı keyfiyet malumunuz. Bunun değişmesi yine bir talep değil mi?


Evet, milletimiz yine aynı yerde. Yine başında bir tek adam rejimi, yine baskı, yine adaletsizlik.


Milletimizin beklentisi de aynı.


Bir hürriyet misakı ile vuku bulacak demokratikleşme, memleketin ihtiyacı.


……………………………..


Değerli Dava arkadaşlarım, kıymetli misafirler


Demokrat Parti, “Türkiye Cumhuriyeti’nde demokrasinin geniş ve ileri bir anlayışla gerçekleşmesine ve umumi siyasetin demokratik bir görüş ve zihniyetle yürütülmesine hizmet maksadıyla kurulmuştur.”


Ezcümle demokrasi bizim ruhumuzdur.


…………………………………………………………


Bugün kendisini her günkünden daha fazla andık anıyoruz, anacağız. Yine bir ifadesini hatırlatmak istiyorum kendisinin. Bakınız ne diyor Demokrasinin Sancağı Menderes;


“Türk milletinin kalbindeki hürriyet aşkını söküp çıkarmaya kimsenin gücü yetmeyecektir… Demokrat parti’yi bu memleketten silip süpürmeğe muktedir iseniz her vatandaşın, her Türk’ün kalbine, elerinizi sokup, orada yanan hürriyet aşkını söküp çıkarınız”


Ne yaparsanız yapın, ne derseniz deyin, ne ederseniz edin; demokrasi bizler için gömlek değildir. Öyle işimize geldiği için değil milletimiz için, inandığımız için, bu memleketin geleceği için tahayyül ettiklerimizden ötürü demokratız. Demokrasinin bir yüksek değerler bilinci olduğundan hareketle, onu bir araç değil amaç addediyoruz.


Hülasa, 17 yılda yaptıklarınıza bakın.


Neleri sindirdiniz, neleri tekelinize geçirdiniz, kimleri susturdunuz, kimlerin aklını çeldiniz, kimleri korkuttunuz.


Ama demokratları hesap etmediniz.


Neler çevirdiler bir bilseniz.


Birleşmeleri engellediler, girişimleri örselediler, kara çaldılar, palavra attılar da başaramadılar.


80 yıl önce, 50 yıl önce, 30 yıl önce daha da geriye gidin 200 yıl önce de “hürriyet” diye haykıran demokratları yenemediniz.


Yine buradayız.


Milletimiz için istediklerimizle kabusunuz olmaya geldik.


Millet kazanacak, beytül mal korunacak, adalet er ya da geç vuku bulacak diyerek kabusunuz olmaya geldik.


Ama ve lakin, aranızda milletin menfaatini başat kabul edenler de var biliyoruz. Heveslerine kapıldılar, gözlerini kamaştırdınız. Aldandılar. Ama geçiyor.


Siz kabus görürken onlar bizlerin hülyalarını paylaşıyor bunu da seziyoruz.


Kalpleri bizimle atıyor. Yakındır, doğru yolu bulurlar.


 


Yaslıyız, kapkara olsak da hayâlet değiliz; 
Silemezsin, izimizdir yerin altındaki iz.


Şahlanır göklere inkâr edilen heykelimiz,

Gösterir ufku, ölürken bile, solgun elimiz.


Kırılan göğsümüzün darmadağın mermerine,

Bir alev dalgası mecz eylemişiz kan yerine.


Yerde dursak ne çıkar, gökte yürür maksadımız,

Titretip burcuna, bârûsunu zulmün, adımız.


Dökülen kanlarımız, farzı muhâl olsa heder,

Yine tek damlasının kendi yeter, yâdı yeter;


Boşa gitmez, heder olmaz, vurulup düşdüğümüz,

Zâlimin göğsüne çarpar düşüyorken ölümüz.


Canımızdır, acı hmeyerek, verdiğimiz; 
Şaşırırsın, şu asırlar sana anlatsa kimiz…


Ne güzel yazmış Mithat Cemal Kuntay; “Şaşırırsın, şu asırlar sana anlatsa biz kimiz?”


Bizler üreten, büyüyen, gelişen Türkiye’nin mimarı demokratların mirasçılarıyız.


Bizler “fikri millet, zikri millet” olan bir hareketin temsilcileriyiz


Bizler bu vatanı refahla buluşturan, milletin sevinci ile ellerini ovuşturan, ülkeyi demokrasi ile buluşturan Hürriyetçi Demokratlarız


 


Kıymetli Demokratlar;


Türkiye’ye demokrasiyi, dolayısıyla ekonomik kalkınmayı ve refahı getirecek bir dizi değişiklik öngörmekte ve bunun için ayrıntılı çalışmalar yapmaktayız.


Bugün ülkede kaygılarımızın zaman aralığını değiştirecek derecede büyük kırılmalar yaşamış bulunuyoruz. Bir taraftan 16 Nisan referandumu ile birlikte daha da derinleşen bir siyasi kriz, diğer taraftan da kademe kademe uzaklaştığımız demokratik vasat nedeniyle “artık adını koyabildiğimiz” bir ekonomik kriz ile meşgulüz.


Kaynakları yeterli, üretim araçları yetkin, üreticisi istekli Türkiye’nin yaşadığı kriz sadece ve sadece gelmeyen adalet ve işlemeyen demokrasi temellidir.


Şeffaflığını kaybetmiş idari yapı, izanını kaybetmiş bir bürokratik anlayış kaygıların zaman aralığını değiştirdi. 10 yıl evvel “gelecek kaygısı” daha ileri bir döneme tekabül ederken geldiğimiz noktada yarını, ertesi günü kurgulamaya çalışan, kurgulayamadığı için kaygıya ve korkuya kapılan bir psikolojik idrake sahip olduk. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” diyen bir devlet düsturundan bir siyasi partinin kaderi ile memleketin kaderini eşitleyen zihniyetin belirlediği gündemlere hapsolduk. Bu topraklarda, kaybolan bir kuzunun hesabını vermekle mükellef olduğuna inanan idari bilinç seviyesinden, kuzuyu şahsi çıkarları için kurda teslim eden bir iradeye tanık olduk.


İnsanını yaşatamayan bir devlet teşekkülü… Günümüz şairlerinden Onur Sakarya’nın dediği gibi; “cansız bedenler çıkıyor, cansız evlerden”


Hesap vermeyen, kendi hesapları nedeniyle memlekete dair hesapları erteleyen, hatta memleketin geleceğini hiç hesap etmeyen bir anlayış.


Tümüyle, her alanda yaşanan bir krizin ortasındayız. Çıkış için gösterilen her yolu kendileri için “gidiş” olarak tasavvur edenlerin hegemonyasında bir memleket!


Bugünden itibaren, bizler için artık “yapılması gerekenler”den “yapılacaklar” listesine geçmiş, tavsiye değil “milli bir talimat” olarak kabul gören, milletin iradesi ve rızası ile aynı mesabede bir listeye sahibiz.


“Yapıcı muhalefet” sözleri ile örselenen ve “oy kapma” yarışından ibaret muhalefet kudretini kırıyoruz.


Milletin sözünü yükseltmeyi kendine görev edinmiş demokratlar olarak, saydığımız ve sayacağımız değişiklikleri yapmak için bugünden itibaren demokratik kanalları kullanarak bir kez daha tarihi bir vazifeyi üstleniyoruz.


Demokratlar olarak, sokak sokak, mahalle mahalle, il il topladığımız talepleri bugüne kadar ilettik, bugünden sonra gerçekleştiriyoruz.


Arz ediyoruz; Türkiye’ye demokrasi geliyor.


 


 


Aziz Dava Arkadaşlarım;


“Kalk yiğitim, yine dağ başını duman aldı.

Parçalandı bir kıtanın toprakları; 

Aslan payını aslan olmıyan aldı..

Kalk yiğitim, yine dağbaşını duman aldı”


diyor ya Bayrak Şairimiz Arif Nihat Asya;


Kalkın yiğitler!


Bakın ne halde yine memleket.


Cebinde bir buçuk TL ile yaşamaya mahkum edilmiş milyonlar, milyonlarca liraya dokutulan halılar.


Evladına pantolon alamadığı için canına kıyan babalar, babası sayesinde saltanat süren evlatlar.


Talan edilen milyonlar, içi boşaltılan kurumlar, uyulmayan kurallar, üfürükten kurullar, yüzlerce araçlık konvoylar, millet açken yapılan goygoylar, istediği gibi hakaret eden kovboylar, saraya çevrilen koylar, liyakatten yoksunlar, beytül malı soyan soysuzlar, millete küfreden soysuzlar…




 


Ne halde memleket?


Aşık Mahzuni diyor ya;


Yuh yuh soyanlara soyup kaçıp doyanlara

Fakire, yetime, halka kıyanlara

Yuh nefsine uyanlara yuh


 


Ecdadın yayınladığı Hürriyet misakının yanına, bu haramzade anlayıştan kurtuluşu salık veren misakımızı da, İstikbalimizin Misakını da bu şekilde koyun.


 


Faruk Nafiz Çamlıbel’in güzel bir şiiri geldi aklıma;


Yaşamaz ölümü göze almayan.

Zafer, göz yummadan koşana gider.

Bayrağa kanının alı çalmayan,

Gözyaşı boşana boşana gider!


Kazanmak istersen sen de zaferi

Gürleyen sesinle doldur gökleri

Zafer dedikleri kahraman peri

Susandan kaçar da coşana gider.


Bu yolda herkes bir ey delikanlı

Diriler şerefli ölüler şanlı

Yurt için döğüşen başı dumanlı

Her zaman bu şandan, o şana gider


 


1946’da bu bilinçle yola çıkmıştı büyüklerimiz. Her biri parti devletinin göz zevkini okşayan bireylerden müteşekkil yekpare bir toplum inşa etme idealine karşı, toplumun sahip olduğu çeşitliliğe uygun bir devlet inşa etme iddiasıyla… Bugün, bir defa daha, aynı ihtiyaçla karşı karşıyayız. Bugün demokrasi ihtiyacı, kırklardakinden daha da yakıcı. Ya demokrasiyi başaracağız ve yeni kurulan dünyada saygıdeğer bir yer edineceğiz veya dünyanın efendilerinin keyfine göre savrulup duran bir toplum haline düşeceğiz.


Sahada her maçını kaybeden ama parasını ödediği borazanlarına sanki maçı kazanmış gibi anlattıran bir iktidar ile kaybını “ama elimi kolumu bağladılar” diye izaha kalkışan bir muhalefet, Türkiye’nin kaderi değildir. Türkiye son derece gelişmiş, iddialı ve imkânlı bir toplumdan müteşekkil. Fakat, ne hikmetse, iktidara gelenlere bir türlü layık olamıyor. Kırkların CHP’si de, şimdilerin AKP’si de, toplumu kendilerine layık görmüyorlar. Konya Valisinin oturuşunu beğenmediği bir vatandaşı azarlaması, Yalova Üniversitesi Rektörünün, bir öğretim üyesini eleştiride bulunduğu için aşağılaması gibi… Biz demokratlar için ise mesele, bu topluma layık olmaya çalışmaktır. Derdimiz büyük. Hedefimiz yüce. İmkânlarımız dar.


Ancak unutmayalım ki, kırklarda yola çıkan büyüklerimizden çok daha fazla imkânımız, o günlerin toplumundan çok daha gelişmiş bir toplumumuz var. Gün, bu toplumun hak ettiği demokrasiyi inşa etmek için mücadele etme günüdür.


İşte bu veçhile bizler bugün burada yeni bir misakı birlikte yazıyoruz.


Siz kıymetli Temsilcilerimize arz, milletimize teklif ederiz;


“Önce siyaset demokratikleşecek, sonra Türkiye” diyerek 1 Aralık Demokrasi Andını Milletimizin Hür seçimleri yapabilmesi, Demokratik haklarından, korkusuzca yaşam hürriyetinden, mülkiyet teminatından emin olabildiği, olumlu bir iklime geçmenin ön şartı olarak sizlerle, tüm demokratlarla ve kamuoyuyla paylaşıyorum;


  1. Devlet Başkanlığı ile Parti Başkanlığı birbirinden ayrılmalıdır.
  2. Yargı Bağımsızlığını sağlayacak ilk adım olarak HSK’nın yapısı ve üyelerinin seçimi değiştirilmeli, yargı siyasetin etki ve denetiminden çıkarılmalıdır.
  3. Gazi Meclisimizin Millet adına ifa ettiği Bütçe Hakkı Meclise iade edilmeli, Bütçe, milletimizin temsilcileri tarafından, onların rıza ve iradesine uygun bir biçimde yapılmalıdır.
  4. Siyasi Partiler Kanunu en hızlı şekilde değiştirilmelidir, Temsilde Adaletin bir gereği olarak seçim barajının kaldırılması, siyasi parti genel başkanlarının makam odalarını “seçim bölgesi” haline getiren, millet iradesini sakatlayan aday belirleme süreci değişmeli ve ön seçim şartı getirilmeli, denetim ve temsil ilişkisinin kuvvetlenmesi için “daraltılmış bölge” seçim sistemi uygulanmalı, her seçim bölgesinde milletvekili,sayısının iki katı kadar aday belirlenerek “tercih sistemi”ne geçilmelidir.
  5. TRT, Anadolu Ajansı, Basın Yayın İlan Kurumu ve RTÜK özerkleştirilmeli, yönetimleri TBMM’de grubu bulunan siyasi partiler tarafından eşit belirlenmelidir.

 


Hepinizi saygıyla selamlıyor, bizlere bu kutlu fikri miras bırakan tüm abide şahsiyetlerimizi, ilk genel başkanımız Galip Hocamız 3. Cumhurbaşkanımız Celal Bayar’ı, Menderes’i Demirel’i ve Özal’ı saygı ve rahmetle anıyorum.


 


 


 


 


 


 


 


 


Uysal yaptığı açılış konuşmasında;”Kıymetli Demokratlar, Genişletilmiş Temsilciler Meclisi toplantımıza hoş geldiniz. Adaletin, demokrasinin, hürriyetlerin temsilcileri, kalkınmanın, refahın, huzurun temsilcileri, gelişen ve büyüyen Türkiye’nin öncüleri, hoş geldiniz. İsmi ile müsemma; bu hareketin temsil ettiği yüce değerlerin temsilcileri, Türkiye için, demokrasi için, milletimiz için meşveret etmeye, tarihi bir sorumluluğa ortak olmaya hoş geldiniz. 1940’ların karanlığında yakılan bir itiraz kıvılcımına gönül vermiş insanlar olarak burada toplandık. Burada olmasa da, bedeni bizimle olmasa da gönlü bizimle olan büyüklerimiz, dostlarımız var ülkenin dört bir yanında. Hepsine hepiniz adına selam olsun” ifadelerine yer verdi.


“Tarihi bir ana tanıklık ediyoruz”


Tarihi bir ana tanıklık edildiğinin altını çizen Uysal,” Tarihi bir ana tanıklık ediyoruz bugün. 7 Ocak gibi, 14 Mayıs gibi bir güne tanıklık ediyoruz bugün.Tanık olurken hayal ediyoruz bugün. Milleti için hep daha iyisini hayal eden, lider bir ülkeyi, rekabet edebilir nesilleri, refah üreten sistemi hayal ettik, hayal ediyor ve kurguluyoruz. Aramızda tanıkları yok maalesef, rahmetlerle uğurladık, milletimizin minnetle uğurladığı gibi minnetlerle uğurladık ama hepimiz vakıfız. Düşünsenize, kuruluş günümüz olarak bildiğimiz, ancak kuruluşla tarif edilemeyecek, yetmeyecek mahiyette bir gün; 7 Ocak. Milletin sesini kısan, sözünü kesen, hevesini kıran, umudunu yıkan ne varsa yok ettiğimiz, demokrasi ateşini yaktığımız gün. Ya 14 Mayıs? Bakın Rahmetli Başbakanımız Adnan Menderes 2 Temmuz 1950 günü, yeni hükümetin kurulmasının ardından meclis genel kurulunda 14 Mayıs’ı nasıl izah ediyor; “14 Mayıs seçimleriyle memlekette şimdiye kadar yapılanlarla ölçülemeyecek ehemmiyette büyük bir inkılâbın en mühim merhalesi aşılmıştır.” Evet, 14 Mayıs’ta, milletimiz için büyük bir inkılabın en önemli merhalesi aşılmıştır. Tamamlamak da bu kutlu hareket gibi bizlere, burada bulunanlara, demokrasiye inananlara, hürriyetleri savunanlara, vatana aşkı ile, millete aşkı ile demokrasiye gözü gibi bakanlara miras kalmıştır. Şimdi ise bu kutlu mirası hak ettiği merhaleye ulaştırmak için çalışmak zamanıdır” şeklinde konuştu.


“1940’lı yıllar karanlık yıllardı”


1940’lı yıllara değinen Uysal,” Kıymetli Dava arkadaşlarım; 1940’lı yıllar karanlık yıllardı. Zor yıllardı. Bu topraklarda yaşayan herkes için zordu. Herkes için farklı sebeplerle olsa da, herkes için zordu. Hepsinden zoru, muhalif olmaktı. “Başka türlüsü de mümkün” demek zordu. O zorluğu göze alan bir grup kahraman insan, olağanüstü kıt imkânlarına rağmen bir itiraz kıvılcımını çaktılar. Kendileri makbul vatandaşlardı, isteseler makbul vatandaş olarak, konfor içinde hayatlarını sürdürebilirler, sefa içinde yaşayabilirlerdi. Zor olanı seçtiler. O itiraz kıvılcımı, bir anda dalga dalga yurt sathına yayıldı, bir isyan halini aldı. İtiraz eden Demokrat Parti idi, Demokrat Partiyi bayrak yapıp o bayrağın altında isyan eden ise millet. Millet neye isyan ediyordu? İki kelimeyle özetleyebiliriz:  Tek adam, tek parti zihniyetine. Sayın Erdoğan’ın diline pelesenk ettiği haliyle CHP zihniyetine” dedi.


“Neydi, nasıl bir şeydi Tek parti zihniyeti?”


O dönemin Türkiye’si bir Parti Devletiydi diyerek konuşmasına devam eden Uysal,” Mesela valiler devletin valisi gibi davranmıyor, CHP’nin il başkanı gibi davranıyordu. Kaymakamlar CHP’nin ilçe başkanları gibi… O dönemin Türkiye’si bir Parti Devleti idi yani. Parti, devletti. Mesela muhalefet edenler, söyledikleri suç unsuru taşısın, taşımasın, takibata uğruyor, gözaltına alınıyor, tutuklanıyordu. Devletin kanunları vardı. Ama devlet kendisini, kendi kanunlarıyla bağlı hmiyordu. Partinin tercihleri cari hukuktu. Partinin hoşuna gitmeyenler önce tutuklanıyor, sonra uygun suçlar icat ediliyordu. Kanunlar, gerektiğinde vatandaşı sindirmek, susturmak, içeri atmak için birer araçtan ibaretti. Örnekleri daha da çoğaltabiliriz. Ama lüzum olduğunu zannetmiyorum. Yine de hatırlatmadan geçmek olmaz, tek parti döneminin Ankara valisi Nevzat Tandoğan’ını hatırlarsınız. “Bu memlekete komünizm gelecekse onu da biz getiririz” diyen Tandoğan’ı… Eh, şimdi de “FETÖ desteklenecekse biz destekleriz, onunla dövüşülecekse de biz dövüşürüz” deniyor, malumunuz. “Esad’la işbirliği yapılacaksa biz yaparız, Esad’ın topraklarının şurasında Amerikalılarla, burasında Ruslarla birlikte devriye gezilecekse, biz gezeriz” deniyor.  Hülasa Tek Parti Dönemi keyfiyetti. Bugüne bakın, o günleri dahi aratır hale gelen bugüne” cümlelerine yer verdi.


 


Sevgili dostlar, değerli misafirler, Demokrat Partinin iddiası, devleti millete, milletin hasletlerine, milletin taleplerine göre biçimlendirmek idi. Tek Parti zihniyeti ise, ellerinde tuttukları devlet gücüne yaslanıp, milleti biçimlendirmeye çalışıyordu. Gördüğümüz gibi, yaşadığımız gibi, bugün, sabah akşam CHP zihniyetine karşı olduğunu söyleyen Erdoğan’ın zihniyetinin CHP zihniyetinden, AKP Türkiye’sinin 1940’ların Türkiye’sinden hiç farkı yok.


Farkı yok mu? Haksızlık etmeyelim. 1940’ların CHP’sine haksızlık etmeyelim yani. O dönemde mesela, bir miting alanında toplanmış taşıma kalabalıklara, 15 yaşındaki çocuğunu yeni kaybetmiş bir anayı yuhalatmak akla gelmezdi, gelmemişti.


Türkiye’nin görüp gördüğü en tahammülsüz Başbakandı Erdoğan, en tahammülsüz Cumhurbaşkanı oldu.


Sevgili dostlar, değerli misafirler,


Biz demokrasiyle uzun süre önce tanışmış, köklü, derin, zengin bir toplumuz. Aramızda hep ihtilaflar olacak. Hep oldu. O ihtilaflardan zenginlikler ürete ürete geldik biz bu uzun yolu.


Türkiye’de devlet idaresinde, siyasette, toplumun farklı alanlarında sayısız kusurlar var. Her ülkede, her toplumda sayısız kusurlar olduğu gibi… Bizim işimiz, siyasetin işi, o kusurları görmezden gelmek, gizlemek, görünmemesini sağlamak değil. Bizim işimiz o kusurları gidermek, düzeltmek.


Topluma güvenmektir demokrasi. Toplum her nasılsa, o haline güvenmektir. “Şurasını düzeltelim, sonra güveniriz” demek olmaz. Toplum, içinde sayısız çeşitlilik barındıran bir şeydir.


Türkiye’nin en büyük zenginliği, içinde sayısız çeşitliliği barındırıyor olmasındadır. Herkesi aynılaştırmaya çalışmak, her muhalif sesi bastırmaya kalkmak, her muhalif sesi hain, terörist diye yaftalamak, bir topluma verilebilecek en büyük zarardır. Bu toplumun düşüncelerine, tezlerine, şiddetle karşı çıktığımız kesimleri geçmişte var olmuştur, bugün vardır, yarın da var olacaktır. Biz Demokrat Parti olarak onların tercihlerini tercih etmek zorunda değiliz. Tercih de etmeyiz. Ama her bir kesim, bu toplumun parçalarıdır. Herkes diğerinin varlığına saygı duyacak. Devlet hepsinin varlığına saygı duyacak.


Bütün toplumlar, fikirler serbestçe dile getirilebildiğinde, makule yaklaşırlar. Makulü dinamitleyen serbestlik değil, yasaklamalardır. İhtilafları derinleştiren onlarla mücadele edilmemesi değil, ölçüsüzce üzerlerine gidilmesidir.


 


Adaletin, demokrasinin, hürriyetlerin temsilcisi değerli dava arkadaşlarım;


Merhum Başbakanımız şöyle diyordu;


“Hürriyet güneşinin aydınlatıp ısıtamadığı, seçimlerde vatandaş reyinin muteber olmadığı ve gelmiş geçmiş iktidarlardan hiçbirinin vatandaş reyine dayanmadığı bu memlekette endişe ve tereddüt perdesinin henüz her yerde tamamiyle yırtılmamış olduğu bir hakikattir.”


Öyle sözler, öyle tespitler var ki her bir konuşmasında. Sanki o günü tenkit ederken, bizlere bugünü haber veriyor muhterem.


Sanki diyor ki “gelişin, demokrasiyi geliştirin, aksi halde maruz kaldığınız felaketlerle bir kez daha karşılaşmanız işten bile değil”


Maruz kaldığınız tek tipçi anlayışla, maruz kaldığınız baskıyla, maruz kaldığınız anti demokratik vasatla…


Bizlere o günlerden hem bir mücadele azmi aşılıyor, hem de yöntem gösteriyor.


Bugünleri yaşayacağımızı bilir gibi.


Birilerinin devlet aygıtını kendi gücünü pekiştirmek için tekeline alacağını, kendi zihniyeti ile devleti aynileştirip, baskıcı karakterine devleti araç edeceğini görür gibi…


Oldu mu; oldu!


Darbeler için söylenir ya hani “memleketi on yıl geriye götürür” diye, AKP zihniyeti memleketi onlarca yıl, 80 yıl geriye götürdü.


Hürriyetleri aldı, haklarımızı çaldı…


Baskıcı, despotik, ceberut bir devleti düzeni inşa etti.


İşine gelmedi hürriyetler. İşine gelmedi. Zira hürriyet zuhur ederse iktidarı zarar ederdi.


Milletin sözü yükselirse kendi sözü kesilirdi.


Millet kazanırsa kendi kaybederdi.


Nitekim adalet ve kalkınmadan ne anladıklarını, neyi amaçladıklarını, hedefini bizlere belletti; adaleti bertaraf etmek, kalkınmayı engellemek!


 


Kıymetli Dostlar;


Tarih tekerrür etti, gitti “tek adam”, geldi “reis”


Ama umutvarız. Demokrasiye inanıyoruz. Milletimize güveniyoruz ve bugün burada yine bir misakı ilan ediyoruz.


Tarih tekerrür ediyor ya, tek adam geri geliyor ya, demokratlar da toplanıyor, hürriyet haykırıyor.


Demokratlar, memleketin demokrasi ile buluşmasına aracılık eden bir hürriyet misakını yeniden yazıyor.


Çoğumuzun ezberindedir partimizin 1947 kongresinde ilan edilen Hürriyet Misakı. Ne talep ediyordu hürriyet aşıkları;


“1-Vatandaş hak ve hürriyetlerini haleldar mahiyette olan ve Anayasamızın metnine veya ruhuna uymayan kanun hükümlerinin kaldırılması,


2- Vatandaşın reyinin emniyet ve masuniyetini sağlamak ve milli hakimiyet prensibini teminat altına almak maksatlarıyla seçim kanununda değişiklikler yapılması,


3- Devlet Reisliği ile fiili Parti Reisliğin bir zat uhdesinde birleşmemesi esasının kabulü”


Kıyasa lüzum var mı?


Bugün memlekette, milletimiz temel olarak başka ne istemekteler?


Hak ve hürriyetlerini yok eden, kullanılmaz hale getiren anayasal düzenin değişmesi yine bir talep değil mi?


Milletimizin “namus” bildiği oylarının muhafaza edilmesi, demokrasinin asli araçlarından biri olan sandığın güvenliğinin tesis edilmesi, sandıktan çıkan sonuca razı gelinmesi yine bir talep değil mi?


Devlet başkanlığı ile parti genel başkanlığını birleştiren bu kadük sistemin ortaya çıkardığı keyfiyet malumunuz. Bunun değişmesi yine bir talep değil mi?


Evet, milletimiz yine aynı yerde. Yine başında bir tek adam rejimi, yine baskı, yine adaletsizlik.


Milletimizin beklentisi de aynı.


Bir hürriyet misakı ile vuku bulacak demokratikleşme, memleketin ihtiyacı.


……………………………..


Değerli Dava arkadaşlarım, kıymetli misafirler


Demokrat Parti, “Türkiye Cumhuriyeti’nde demokrasinin geniş ve ileri bir anlayışla gerçekleşmesine ve umumi siyasetin demokratik bir görüş ve zihniyetle yürütülmesine hizmet maksadıyla kurulmuştur.”


Ezcümle demokrasi bizim ruhumuzdur.


…………………………………………………………


Bugün kendisini her günkünden daha fazla andık anıyoruz, anacağız. Yine bir ifadesini hatırlatmak istiyorum kendisinin. Bakınız ne diyor Demokrasinin Sancağı Menderes;


“Türk milletinin kalbindeki hürriyet aşkını söküp çıkarmaya kimsenin gücü yetmeyecektir… Demokrat parti’yi bu memleketten silip süpürmeğe muktedir iseniz her vatandaşın, her Türk’ün kalbine, elerinizi sokup, orada yanan hürriyet aşkını söküp çıkarınız”


Ne yaparsanız yapın, ne derseniz deyin, ne ederseniz edin; demokrasi bizler için gömlek değildir. Öyle işimize geldiği için değil milletimiz için, inandığımız için, bu memleketin geleceği için tahayyül ettiklerimizden ötürü demokratız. Demokrasinin bir yüksek değerler bilinci olduğundan hareketle, onu bir araç değil amaç addediyoruz.


Hülasa, 17 yılda yaptıklarınıza bakın.


Neleri sindirdiniz, neleri tekelinize geçirdiniz, kimleri susturdunuz, kimlerin aklını çeldiniz, kimleri korkuttunuz.


Ama demokratları hesap etmediniz.


Neler çevirdiler bir bilseniz.


Birleşmeleri engellediler, girişimleri örselediler, kara çaldılar, palavra attılar da başaramadılar.


80 yıl önce, 50 yıl önce, 30 yıl önce daha da geriye gidin 200 yıl önce de “hürriyet” diye haykıran demokratları yenemediniz.


Yine buradayız.


Milletimiz için istediklerimizle kabusunuz olmaya geldik.


Millet kazanacak, beytül mal korunacak, adalet er ya da geç vuku bulacak diyerek kabusunuz olmaya geldik.


Ama ve lakin, aranızda milletin menfaatini başat kabul edenler de var biliyoruz. Heveslerine kapıldılar, gözlerini kamaştırdınız. Aldandılar. Ama geçiyor.


Siz kabus görürken onlar bizlerin hülyalarını paylaşıyor bunu da seziyoruz.


Kalpleri bizimle atıyor. Yakındır, doğru yolu bulurlar.


 


Yaslıyız, kapkara olsak da hayâlet değiliz; 
Silemezsin, izimizdir yerin altındaki iz.


Şahlanır göklere inkâr edilen heykelimiz,

Gösterir ufku, ölürken bile, solgun elimiz.


Kırılan göğsümüzün darmadağın mermerine,

Bir alev dalgası mecz eylemişiz kan yerine.


Yerde dursak ne çıkar, gökte yürür maksadımız,

Titretip burcuna, bârûsunu zulmün, adımız.


Dökülen kanlarımız, farzı muhâl olsa heder,

Yine tek damlasının kendi yeter, yâdı yeter;


Boşa gitmez, heder olmaz, vurulup düşdüğümüz,

Zâlimin göğsüne çarpar düşüyorken ölümüz.


Canımızdır, acı hmeyerek, verdiğimiz; 
Şaşırırsın, şu asırlar sana anlatsa kimiz…


Ne güzel yazmış Mithat Cemal Kuntay; “Şaşırırsın, şu asırlar sana anlatsa biz kimiz?”


Bizler üreten, büyüyen, gelişen Türkiye’nin mimarı demokratların mirasçılarıyız.


Bizler “fikri millet, zikri millet” olan bir hareketin temsilcileriyiz


Bizler bu vatanı refahla buluşturan, milletin sevinci ile ellerini ovuşturan, ülkeyi demokrasi ile buluşturan Hürriyetçi Demokratlarız


 


Kıymetli Demokratlar;


Türkiye’ye demokrasiyi, dolayısıyla ekonomik kalkınmayı ve refahı getirecek bir dizi değişiklik öngörmekte ve bunun için ayrıntılı çalışmalar yapmaktayız.


Bugün ülkede kaygılarımızın zaman aralığını değiştirecek derecede büyük kırılmalar yaşamış bulunuyoruz. Bir taraftan 16 Nisan referandumu ile birlikte daha da derinleşen bir siyasi kriz, diğer taraftan da kademe kademe uzaklaştığımız demokratik vasat nedeniyle “artık adını koyabildiğimiz” bir ekonomik kriz ile meşgulüz.


Kaynakları yeterli, üretim araçları yetkin, üreticisi istekli Türkiye’nin yaşadığı kriz sadece ve sadece gelmeyen adalet ve işlemeyen demokrasi temellidir.


Şeffaflığını kaybetmiş idari yapı, izanını kaybetmiş bir bürokratik anlayış kaygıların zaman aralığını değiştirdi. 10 yıl evvel “gelecek kaygısı” daha ileri bir döneme tekabül ederken geldiğimiz noktada yarını, ertesi günü kurgulamaya çalışan, kurgulayamadığı için kaygıya ve korkuya kapılan bir psikolojik idrake sahip olduk. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” diyen bir devlet düsturundan bir siyasi partinin kaderi ile memleketin kaderini eşitleyen zihniyetin belirlediği gündemlere hapsolduk. Bu topraklarda, kaybolan bir kuzunun hesabını vermekle mükellef olduğuna inanan idari bilinç seviyesinden, kuzuyu şahsi çıkarları için kurda teslim eden bir iradeye tanık olduk.


İnsanını yaşatamayan bir devlet teşekkülü… Günümüz şairlerinden Onur Sakarya’nın dediği gibi; “cansız bedenler çıkıyor, cansız evlerden”


Hesap vermeyen, kendi hesapları nedeniyle memlekete dair hesapları erteleyen, hatta memleketin geleceğini hiç hesap etmeyen bir anlayış.


Tümüyle, her alanda yaşanan bir krizin ortasındayız. Çıkış için gösterilen her yolu kendileri için “gidiş” olarak tasavvur edenlerin hegemonyasında bir memleket!


Bugünden itibaren, bizler için artık “yapılması gerekenler”den “yapılacaklar” listesine geçmiş, tavsiye değil “milli bir talimat” olarak kabul gören, milletin iradesi ve rızası ile aynı mesabede bir listeye sahibiz.


“Yapıcı muhalefet” sözleri ile örselenen ve “oy kapma” yarışından ibaret muhalefet kudretini kırıyoruz.


Milletin sözünü yükseltmeyi kendine görev edinmiş demokratlar olarak, saydığımız ve sayacağımız değişiklikleri yapmak için bugünden itibaren demokratik kanalları kullanarak bir kez daha tarihi bir vazifeyi üstleniyoruz.


Demokratlar olarak, sokak sokak, mahalle mahalle, il il topladığımız talepleri bugüne kadar ilettik, bugünden sonra gerçekleştiriyoruz.


Arz ediyoruz; Türkiye’ye demokrasi geliyor.


 


 


Aziz Dava Arkadaşlarım;


“Kalk yiğitim, yine dağ başını duman aldı.

Parçalandı bir kıtanın toprakları; 

Aslan payını aslan olmıyan aldı..

Kalk yiğitim, yine dağbaşını duman aldı”


diyor ya Bayrak Şairimiz Arif Nihat Asya;


Kalkın yiğitler!


Bakın ne halde yine memleket.


Cebinde bir buçuk TL ile yaşamaya mahkum edilmiş milyonlar, milyonlarca liraya dokutulan halılar.


Evladına pantolon alamadığı için canına kıyan babalar, babası sayesinde saltanat süren evlatlar.


Talan edilen milyonlar, içi boşaltılan kurumlar, uyulmayan kurallar, üfürükten kurullar, yüzlerce araçlık konvoylar, millet açken yapılan goygoylar, istediği gibi hakaret eden kovboylar, saraya çevrilen koylar, liyakatten yoksunlar, beytül malı soyan soysuzlar, millete küfreden soysuzlar…




 


Ne halde memleket?


Aşık Mahzuni diyor ya;


Yuh yuh soyanlara soyup kaçıp doyanlara

Fakire, yetime, halka kıyanlara

Yuh nefsine uyanlara yuh


 


Ecdadın yayınladığı Hürriyet misakının yanına, bu haramzade anlayıştan kurtuluşu salık veren misakımızı da, İstikbalimizin Misakını da bu şekilde koyun.


 


Faruk Nafiz Çamlıbel’in güzel bir şiiri geldi aklıma;


Yaşamaz ölümü göze almayan.

Zafer, göz yummadan koşana gider.

Bayrağa kanının alı çalmayan,

Gözyaşı boşana boşana gider!


Kazanmak istersen sen de zaferi

Gürleyen sesinle doldur gökleri

Zafer dedikleri kahraman peri

Susandan kaçar da coşana gider.


Bu yolda herkes bir ey delikanlı

Diriler şerefli ölüler şanlı

Yurt için döğüşen başı dumanlı

Her zaman bu şandan, o şana gider


 


1946’da bu bilinçle yola çıkmıştı büyüklerimiz. Her biri parti devletinin göz zevkini okşayan bireylerden müteşekkil yekpare bir toplum inşa etme idealine karşı, toplumun sahip olduğu çeşitliliğe uygun bir devlet inşa etme iddiasıyla… Bugün, bir defa daha, aynı ihtiyaçla karşı karşıyayız. Bugün demokrasi ihtiyacı, kırklardakinden daha da yakıcı. Ya demokrasiyi başaracağız ve yeni kurulan dünyada saygıdeğer bir yer edineceğiz veya dünyanın efendilerinin keyfine göre savrulup duran bir toplum haline düşeceğiz.


Sahada her maçını kaybeden ama parasını ödediği borazanlarına sanki maçı kazanmış gibi anlattıran bir iktidar ile kaybını “ama elimi kolumu bağladılar” diye izaha kalkışan bir muhalefet, Türkiye’nin kaderi değildir. Türkiye son derece gelişmiş, iddialı ve imkânlı bir toplumdan müteşekkil. Fakat, ne hikmetse, iktidara gelenlere bir türlü layık olamıyor. Kırkların CHP’si de, şimdilerin AKP’si de, toplumu kendilerine layık görmüyorlar. Konya Valisinin oturuşunu beğenmediği bir vatandaşı azarlaması, Yalova Üniversitesi Rektörünün, bir öğretim üyesini eleştiride bulunduğu için aşağılaması gibi… Biz demokratlar için ise mesele, bu topluma layık olmaya çalışmaktır. Derdimiz büyük. Hedefimiz yüce. İmkânlarımız dar.


Ancak unutmayalım ki, kırklarda yola çıkan büyüklerimizden çok daha fazla imkânımız, o günlerin toplumundan çok daha gelişmiş bir toplumumuz var. Gün, bu toplumun hak ettiği demokrasiyi inşa etmek için mücadele etme günüdür.


İşte bu veçhile bizler bugün burada yeni bir misakı birlikte yazıyoruz.


Siz kıymetli Temsilcilerimize arz, milletimize teklif ederiz;


“Önce siyaset demokratikleşecek, sonra Türkiye” diyerek 1 Aralık Demokrasi Andını Milletimizin Hür seçimleri yapabilmesi, Demokratik haklarından, korkusuzca yaşam hürriyetinden, mülkiyet teminatından emin olabildiği, olumlu bir iklime geçmenin ön şartı olarak sizlerle, tüm demokratlarla ve kamuoyuyla paylaşıyorum;


  1. Devlet Başkanlığı ile Parti Başkanlığı birbirinden ayrılmalıdır.
  2. Yargı Bağımsızlığını sağlayacak ilk adım olarak HSK’nın yapısı ve üyelerinin seçimi değiştirilmeli, yargı siyasetin etki ve denetiminden çıkarılmalıdır.
  3. Gazi Meclisimizin Millet adına ifa ettiği Bütçe Hakkı Meclise iade edilmeli, Bütçe, milletimizin temsilcileri tarafından, onların rıza ve iradesine uygun bir biçimde yapılmalıdır.
  4. Siyasi Partiler Kanunu en hızlı şekilde değiştirilmelidir, Temsilde Adaletin bir gereği olarak seçim barajının kaldırılması, siyasi parti genel başkanlarının makam odalarını “seçim bölgesi” haline getiren, millet iradesini sakatlayan aday belirleme süreci değişmeli ve ön seçim şartı getirilmeli, denetim ve temsil ilişkisinin kuvvetlenmesi için “daraltılmış bölge” seçim sistemi uygulanmalı, her seçim bölgesinde milletvekili,sayısının iki katı kadar aday belirlenerek “tercih sistemi”ne geçilmelidir.
  5. TRT, Anadolu Ajansı, Basın Yayın İlan Kurumu ve RTÜK özerkleştirilmeli, yönetimleri TBMM’de grubu bulunan siyasi partiler tarafından eşit belirlenmelidir.

 


Hepinizi saygıyla selamlıyor, bizlere bu kutlu fikri miras bırakan tüm abide şahsiyetlerimizi, ilk genel başkanımız Galip Hocamız 3. Cumhurbaşkanımız Celal Bayar’ı, Menderes’i Demirel’i ve Özal’ı saygı ve rahmetle anıyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir