Uncategorized

Mardin’in eşsiz güzelliği büyülüyor

Mardin’in önemli tarihi kalıntılarından Dara, eşsiz güzelliği büyülüyor.

MARDİN (İGFA) – Mardin’in önemli tarihi kalıntılarından Dara, turizmin önemli değerleri arasında yerini alıyor.

DARA İSMİNİN KÖKENİ

Dara isminin kökeni hakkında bilgi veren Evagrius, Malalas, Agapius ve Abu’lFarac gibi Antik ve Orta Çağ tarihçilerinin aktarımlarına göre; Pers Kralı III. Darius’un (MÖ 336-330) Büyük İskender’e (MÖ 336-323) karşı yaptığı savaşta öldüğü yerin, sonrasında Dara olarak adlandırıldığı ve Dara isminin kökeninin buraya dayandığı varsayılmaktadır. Dara isminin kökeni hakkında 13. yüzyıl Süryani tarihçisi Abu’l Farac (Bar Hebraeus) şu şekilde bahsetmektedir:

“Hellen Kralı Büyük İskender ile Pers Kralı Darius burada savaşmış ve Darius burada ölmüştür. Bu nedenle de buranın ismi Dara’dır.”

KENTİN KURULUŞ AŞAMASI

Dara ismi ve kuruluşu hakkındaki en eski kaynak, M.Ö. 1. yüzyılda yaşamış olan Gnaeus Pompeius Trogus’un yazdıklarıdır. Gnaeus Pompeius Trogus’un kitabı ve içindekiler hakkındaki derlenmiş bilgiler, MS 3. yüzyılda yaşamış Romalı tarihçi Iustinus Frontinus tarafından “Epitome Historiarum Philippicarum Pompeii Trogi” adlı kitap ile günümüze gelebilmiştir. Iustinus, Dara hakkında bize şu bilgileri aktarmaktadır:

“…Arsakes Parth devletini kurdu, askerler topladı, kaleler inşa etti ve kentlerini güçlendirdi. Zapaortenon (Masius=Turabdin) Dağı’nda Dara diye adlandırılan bir şehir kurdu ki, hiçbir yer bu yerden daha güvenli veya daha hoş olamazdı. Çünkü savunulmasına ihtiyaç duyulmayan, pozisyonu güçlü dik kayalar ile kuşatılmıştı ve bu yerin etrafındaki bereketli topraklarından elde edilen ürünleri depolanıyordu. O kadar bol miktarda akarsu ile beslenen kaynaklar ve o kadar çok ağaç vardı ki bir avın takibinin tüm hazları ile doluydu”.

Antik kaynaklarda da belirtildiği gibi Dara’nın I. Anastasius Dönemi’nde (491-518) ilk kez iskân edilmiş bir yer olmayıp çok daha önceden de iskâna uğramış bir yerleşim yeri olduğu, kazılarda daha erken dönemlere ait buluntuların ele geçmesinden anlaşılmaktadır.

KENTİN ANASTASİOPOLİS İSİMLİ BİR GARNİZONA DÖNÜŞÜMÜ

Roma’nın önemli sınır kentlerinden Nisibis’in (Nusaybin) M.S. 363 yılında Sasanilerin eline geçmesi ve daha sonra diğer önemli kentlerden Amida’nın (Diyarbakır) 502 yılında Sasaniler tarafından kuşatılması nedeni ile sınır güvenliğini arttırmak isteyen Doğu Roma İmparatorluğu, topraklarını korumak için Mezopotamya sınırlarında yeni garnizon kentler oluşturulmasına karar vermiştir. Dara, Doğu Roma İmparatoru Anastasius tarafından Garnizon kent olarak seçilmiş, M.S. 503-507 yılları arasında burada inşa faaliyetlerine başlanmıştır. Anastasius, kurduğu bu şehre kendi ismini (Anastasiopolis) vermiş, Mezopotamya bölgesinin yönetim ve idare merkezi yapmıştır. Anastasius döneminde küçük bir köy yerleşkesi üzerine kurulan kentin, bu alana kurulmasında, bölgenin stratejik ve korunmaya müsait konumda olması, su kaynaklarına yakın ve ovaya hâkim bir noktada bulunması önemli olmuştur. İmparator Anastasius’un kente kendi ismini vererek kenti onurlandırmasına rağmen, bölge halkı Dara ismini hiçbir zaman unutmamış, günümüze kadar bu ismi yaşatmıştır.

Sasaniler, kendi sınırlarında yeni bir garnizon kurulmasına tepki göstermiştir. Bizans imparatoru II. Theodosius (M.S. 408-450) ile Sasani Kralı II. Yezdigirt (M.S. 438-447) arasında M.S. 441 yılında yapılan anlaşmaya göre, her iki devlette sınır bölgesinde askeri amaçlı istihkâmlar yapmama kararı almıştır. Anastasius’un sınır garnizonları kurması anlaşmanın ihlali anlamına gelse de, bu dönemde Ak Hun tehlikesiyle karşı karşıya olan Sasaniler Dara’da garnizon kurulmasına engel olamamamıştır.

Dara (Anastasiopolis), I. Justinianus (M.S. 527-565) döneminde Sasaniler tarafından birkaç kez kuşatılmıştır. M.S. 530’da, Doğu Roma (Bizans) generali Belisarius’un Sasanilere karşı kazandığı zafere sahne olur. M.S. 540’da Sasaniler yeniden saldırıya geçer, ancak Bizans’ın İtalyan asıllı komutanı Martin’in savunduğu kenti yine ele geçiremezler. Karşılıklı mücadelelerle geçen bu süreçte, İmparator I. Justinianus (M.S. 527-565) ve II. Justinus (M.S. 565-578) dönemlerinde kentin güçlendirme ve geliştirme faaliyetleri sürdürülmüştür.

Önemli bir coğrafi konuma sahip kent, Romalılar için önemli askeri bir garnizon olmasının yanı sıra, kuzeyde Karadeniz kıyılarından Kafkasya’ya, güneyde Basra Körfezi’nden Doğu Akdeniz kıyılarına uzanan ticaret yolları ile kültürler arası alışverişin bağlantı noktasında yer almasıyla da önemli bir yerleşim olma görevini üstlenmiştir.

Dara, M.S. 573-591 ve 606-620 yılları arasında Sasani Devleti hâkimiyetine girmiş,620’den 639 yılına kadar Doğu Roma İmparatorluğu’nun hâkimiyetinde kalmıştır. 640’da Dara ile birlikte Kuzey Mezopotamya’nın büyük bir kısmı Arap hâkimiyetine girmiştir.  10. yüzyılda yeniden Doğu Roma hâkimiyetine giren Dara, M.S. 1150’de Artuklu Beyi Timurtaş tarafından kuşatılıp alınmış, Mardin Artuklu Beyliği’ne bağlı bir kent haline gelmiştir. 1251 – 1259 yılları arasında İlhanlılar tarafından tahrip edilen kent,  bu tarihlerden itibaren yavaş yavaş terk edilmiş, 14. yüzyılda küçük bir köy yerleşkesine dönüşmüştür.

Mevcut Dara köyü yerleşimi ise, 18. yüzyılın sonlarına dayanmakta olup, görkemli Roma kentinin üzerinde varlığını sürdürmektedir.

KONUM

Mardin’in 30 km güneydoğusunda, Nisibis’in (Nusaybin) 20 kilometre batısında,  Suriye sınırına yaklaşık 10 kilometre mesafede yer alan Dara Antik Kenti, coğrafi olarak Mezopotamya Ovası’nın bitip Tur Abidin Dağları’nın başladığı yerde ykonumlamaktadır. Kireçtaşı ana kaya üzerine kurulan kent, ortasında Antik Çağ’da “Cordis” olarak adlandırılan, günümüzden yirmi yıl öncesine kadar aktif olan bir derenin, her iki yanında yer alan kalıntılardan oluşmaktadır.

DARA’DA YER ALAN ÖNEMLİ YAPILAR

Mezarlık Alan

Kentin batısındaki geniş tepeler, M.S. 6. yüzyıl başında kentin inşası için taş ocağı olarak kullanılmıştır. Taş kesimi ile oluşan düzgün cepheler sonrasında mezarlık alanına dönüştürülmüştür. Dara’nın en etkileyici yapı gruplarından biri, ana kayanın yontulmasıyla oluşturulan mezarlarıdır.  Kentin batısında uzanan geniş tepelerde, doğal kaya kütlesi oyularak derin ve geniş vadiler biçiminde kaya mezarlık alanları oluşturulmuştur.  Bu alanda 3 farklı mezar tipi bulunmaktadır. Bunlar, Kaya mezarları (6-8. yüzyıl), Lahit tipli mezarlar (6.-8. yüzyıl) ve basit sanduka mezarlardır (8.-14. yüzyıl).

Dara’da kayalara oyularak yapılan oda mezarlarda, pagan ölü gömme kültür özellikleri görülmektedir. Bunun sebebi Pagan kültür özelliklerinin, Hristiyanlaşan halk üzerindeki etkisini uzun yıllar sürdürmüş olmasına bağlanmaktadır. Dara’daki halk, Hıristiyanlığa geçmesine rağmen, çoklu gömünün yapıldığı bu oda mezarları ve Pagan geleneklerini bir süre daha devam ettirmiştir.

Paganizm, ister insan, ister hayvan, toprak, bitki ya da kaya olsun; yaşayan her ruhun kutsallığına ve doğaya duyulan saygıya dayanan çok eski bir inanç sistemidir. Romalı için lahit tipli mezarlar, ruhların öteki dünyadaki mekânlarıdır. Ölen kişinin ruhu bu mekânda oturacak ve korunacaktır. Roma dönemi lahitleri bu anlayış ile şekillenmiştir. Hristiyanlığın gelenekselleşmesi ile basit sanduka mezarlara gömü başlamıştır.

ÇOK KATLI GALERİ MEZAR YAPISI

Kaya nekropol alanında, boyutları, planı ve iç düzenlemesiyle en dikkat çeken yapı, tamamen ana kayaya oyularak düzenlenmiş olan üç katlı mezar yapısıdır. Kuzey-güney doğrultusunda dikdörtgene yakın planlı yapının üst katı; batı, güney ve doğu kenarlarda devam eden bir koridor/balkon şeklinde düzenlenmiştir. Yapının kuzeyindeki anıtsal girişin alınlığında bitkisel süslemeler ile birlikte dinsel sahneler işlenmiştir. Kutsal kitaplarda “ruhlara nefes verilmesi ve yeniden dirilişin” canlandırıldığı Ezekiel (Ölüleri dirilten Peygamber) sahnesinin işlendiği bu galeri mezarın, 573 istilasından sonra Sasaniler tarafından savaşta öldürülen Doğu Roma halkına ithafen, 591’de sürgünden dönen Doğu Romalılarca yapıldığı düşünülmektedir. 2009 yılında yapılan kazılarda, yapının alt katında yüzlerce insana ait kemikler açığa çıkarılmış ve bu insanların Ezekiel’in mucizesindeki gibi yeniden dirilecekleri gün için bu mezarda toplandıkları belirlenmiştir.

Nekropol alanında Rus Çeçen savaşında (1870) göçerek Dara’ya yerleşen ve geçirdikleri salgın bir hastalık sonucu hayatını kaybeden Çeçenlerin mezarları orta alandaki tepe üzerinde yer almaktadır.

SURLAR

Kentin, üzerine kurulduğu üç büyük tepeyi çevreleyen yaklaşık 4 km uzunluğundaki sur duvarlarının 2.8 km’lik kısmı net olarak takip edilebilmektedir. Dara’da iç sur ve dış sur olmak üzere iki sur sistemi üzerinde 28 kule ve hendekler bulunmaktadır. Dara’nın görkemli sur kalıntıları, I. Anastasius (M.S. 491–518)  ve I. Justinianus (M.S. 527–565) dönemlerine aittir. 530 yılında İmparator Justinianus döneminde duvarların yüksekliği yaklaşık 20 metreye yükseltilmiş, ikinci bir kat oluşturularak mazgallara ve okçu pencerelerine yer verilmiştir.

KAPILAR

Şehrin sur sistemi üzerinde dört yönde ana kapılar bulunmaktadır. Ayrıca güneyde ve kuzeyde nehrin, sur altından geçtiği kemerli bölümler içinde kuzey ve güney su kapıları bulunmaktadır. Su, kente kuzey sur duvarlarına açılan kemerli açıklıklardan girer. Çift sıra demir parmaklıkla örülen bu açıklıklar büyük ölçüde sağlamdır. Suyun kenti terk ettiği güney su kapısında da benzer mimari form görülmektedir.

AGORA CADDESİ

Kentin güney kapısından itibaren, kent içinde kuzeye doğru, Dara Deresi kıyısı boyunca uzanan geniş bir cadde bulunmaktadır.  Büyük blok taşlarla döşenmiş olan yaklaşık 5,5 m. genişliğindeki caddenin doğu kenarı dereye bakarken batı kenarı boyunca bir portiko ve arkasında dükkânların/atölyelerin bulunması, bu alanın, kentin, alışverişi için ayrılan, kamusal bir alan olduğunu göstermektedir.

KÖPRÜLER

Dara’da,  kentin içinden geçen Dara Deresi üzerinde 4 köprü bulunmaktadır. Bunlardan 3’ü şehrin içinde, biriside güney kapısının dışında, Nusaybin yönünden gelenlerin kapıya ulaşabilmeleri için yapılmıştır. Köprüler,  benzer biçimde, kesme taş örgülü ve yuvarlak kemerli inşa edilmiştir.  Surlar içinde en güneyde bulunan doğu – batı yönlü köprü halen sağlamlığını korumakta olup, 3 kemeri de görülebilmektedir.

MAKSEM

Maksem (üstü örtülü su hazne binası), kentin akropolünün güney yamaçlarına, ana kaya içine oyularak yapılmıştır. Makseme su 4 km mesafeden kanallarla kuzeydeki tepelerin üzerinden getirilmiştir. Toplanan su, kanallar vasıtasıyla kentin yapılarına ve diğer sarnıçlara dağıtılmıştır. Bu yapı, birbirine paralel, üstü beşik tonozla örtülmüş, doğu-batı yönünde uzanan on adet hücre-odadan oluşmaktadır. Her bir hücre 50 m uzunlukta, 4 m genişlikte ve 18 m yüksekliğinde olup, yaklaşık 14.500 m3 kapasitelidir.

SARNIÇLAR

Yüksek dağlardan gelerek depolanan ve su ihtiyacını karşılamak üzere kanallarla tüm kente dağılan su sistemleri ve sarnıçların kentin savunmasında da önemli bir yeri olmuştur. Kent, özellikle Sasani orduları tarafından kuşatıldığı ve dışarıyla irtibatının kesildiği dönemlerde, bu su kaynakları sayesinde uzun süre direnebilmiştir.

Batı 1 Sarnıcı

Bu sarnıç, kentin batı surlarının bitişiğinde yer almakta ve yakın çevresindeki yapıların su ihtiyacını karşılamak için inşa edilmiştir.

Batı 2 Sarnıcı

Batı sarnıcının güneybatısında, ana sur duvarının dışında yapılmıştır. Bu sarnıcın, şehrin içine alınmayan ticari kervanlara ve nekropol alanına hizmet verdiği düşünülmektedir. Anakayanın oyulması ve üstünün çapraz tonozlu tavanla kapatılmasıyla örtülen yapı, iki adet dikdörtgen taş paye ile taşınmaktadır. Bu sarnıçta 12 m’ lik dolgu toprağı Müze Müdürlüğü’nün yürüttüğü kazı çalışmaları ile boşaltılmıştır.

Kilise – Zindan Sarnıç

Agora caddesinin yaklaşık 100 m. kuzeybatısında, kalan büyük sarnıçtır. Düzgün kesme taş duvarlı sarnıcın orijinal girişi doğu cephesindedir. Bağlantılı yapıların ve yan mekânların hala toprak altında olmasına ve yapının üstünde sonradan bir ev inşa edilmiş olmasına rağmen, yapı görkemini hala korumaktadır. İki katlı yapının üzerinde şehrin katedrali (büyük kilise ) bulunmakta olup bugün sadece batı kısmında bir duvarı ayaktadır. Tarihçi Prokopius’a göre Dara’da 2 tane önemli kilise vardır. Bunlardan birisi ‘Büyük Kilise’ diğeri, Bartholomew Kilisesi’dir. Tarihçi Theodora Lector’a göre;  Aziz Bartholomew, Anastasius’un rüyasına girmiş ve şehrin korunmasını istemiştir. Bunun üzerine Anastasius, Bartholomew’un kemiklerini Kıbrıs’tan Dara’ya getirtmiştir. Dara’da 14. yüzyıla kadar süryani metropolitliği bulunmaktaydı.

Vaftiz Teknesi

Büyük Kilise’nin kuzeydoğusunda iyi korunmuş bir vaftiz havuzu vardır. Yetişkinlerin Hristiyanlığa geçişi için yapılan Vaftiz havuzunun her iki tarafında basamaklar bulunmaktadır. Havuzun içine giren yetişkinin, havuzun içinde bekleyip arınmasından sonra diğer tarafında bulunan basamaklardan çıkmasıyla tören tamamlanırdı.  

Barajlar  

Şehrin kuzeyinde nehrin üzerinde 250m uzunlukta bir barajla birlikte, bir de küçük baraj kalıntısı bulunmaktadır. Tarihçi John of Ephesus, büyük barajın M.S. 573’deki kuşatma sırasında, kentin su kaynaklarını kesmek isteyen Sasani ordusu tarafından yapıldığından bahsetmektedir.

Mozaikli Yapı

Büyük kaya mezarlık alanının 50 m kadar güneyinde yer almaktadır. Roma imparatoru Anastasius dönemine ait olan bu yapının, özel mülkiyet nedeni ile henüz tamamı açığa çıkartılamamıştır. Yapının doğusundaki odalar mozaik döşemeyle kaplı olup, bu odalar kuzeyden güneye doğru alçalan kodlarda oluşturulmuştur. Mozaik kompozisyonunda çoban, bitki ve hayvanların resmedildiği bir sahne ve ortasında 11 sıradan oluşan bir yazıt yer almaktadır. Yazıtta şehrin 507 yılında Anastasius’a ithafen  Diyarbakır (Amid) kiliselerinin katkısı ile kuruluşu anlatılmaktadır.

İslami Dönem Mezarlığı ve Türbe

Kentin doğu kısmında yer alan tepede İslami Dönemlere ait geniş bir alanda mezarlık yer almaktadır. Mezarlık alanın M.S. 12. yüzyıldan itibaren kullanıldığı düşünülmektedir.  Yine aynı tepe üzerinde Düzgün kesme taştan, baldaken tarzında yapılan, 4 ayak üzeri kubbe ile örtülü türbe yer almaktadır. Kime ait olduğu ve ne zaman yapıldığına dair herhangi bir yazılı belge mevcut olmamakla beraber, yapının üslubu itibariyle 14- 15. yüzyıl eseri olduğu düşünülmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir